Merhum İbrahim Bey |
(İbrâhim Bey merhum ki tabâbet-i baytariye ulemâsındandır, hâk-i pâk-i, Şark´ın yetiştirdiği nevâdir-i irfân ü faziîletin biridir: Merhûmu yakından tanıyanlar dört sene evvelki fecîa-i irtihâlinin millet için ne elîm bir zıyâ? ; hükûmet için ne azîm bir hacâlet olduğunu teslimde
tereddüt etmezler. Şark´ın, Garb´ın bedâyi´i-i ilm ü fennini toplayıp hâfızasına doldurmuş; mahfûzâtını muhâkemâtıyle, meşhûdâtıyle şâyân-ı hayret bir sûrette tevsi´ etmiş; Şark´ın her tarafını defeât ile dolaşmış; Garb´ın en medenî memâlikini görmüş, gezmiş; elsine-i Şarkıyeyi edebiyâtıyle bilir; Fransız, Rus lisanlarını hakkıyle öğrenmiş olan bu büyük adam fıtraten mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, emînim ki, hükümet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gurebâ hastahânelerinde ölen öyle bir hakîm-i zû fünûnu tanımak için
kâriîn-i kirâm benim gibi bir âcizin delâletine müftekır kalmazdı!)
Dönen muhît-i nigâhımda yâl ü bâlindir;
Bütün hayâlim o fevka´l-hayâl hâlindir!
Zalâm-ı hayrete düşmüş, batar çıkarken ümîd,
Önünde rehber olan meş´alem hayâlindir.
Semâ-güzîn olarak gittin ey İlâhî nûr,
Peyinde şimdi ufuktan geçen zılâlindir.
Bu kâinât senin hâtıranla hep lebrîz:
Zemîn, zaman banâ yâd-âver-i cemâlindir.
Bütün cihâtta akseyliyen hemâlindir.
Esîr, sanki bir âyîne-i celâlindir!
Nücûm-i lâmia-zâ bârikât-ı irfânın,
Leyâl, ihâta-i eşyâdaki kemâlindir!
Seher o nâsiyeden bir nişân-ı feyzâ feyz
Şafakta dalgalanan renk reng-i âlindir.
Ulüvv-i kâ´bını tasvîr eder nigâhımda
Semâ, olanca vuzuhiyle bir misâlindir.
Cibâl, heykel-i sâhib-vekâr-ı azmindir,
Suhûr, hıffete düşman olan hısâlindir.
Bulut yemîn-i leâl-î-nisâr-ı cûdundur,
Güneş müfekkire-i herdem-iştiâlindir.
Tulû? ; levha-i rengîn-i ibtisamındır,
Gurûb, safha-i gamkîn-i infiâlindir.
Havâda mevcelenir sânihat-ı kudsiyyen,
Riyâh, rûhumu pür-cûş eden mekâlindir.
Çemende cilveler eyler bahâr-ı dîdârın,
Sabâ nüvîd-i ümîd-âver-i visâlindir.
Şitâ, peyinde hurûşan kıyâmet-i kübrâ,
Rebî ; hâtıra-i şi´r-i lâ yezâlindir.
Hülâsa, nazra-i im´ânımın önünde cihan
Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlindir.
Senin hayâl-i sabîhin -ki bir zaman ey yâr,
Edince leyle-i rûhumda bin emel bîdâr;
Kıyâs ederdim açılmış sabâh-ı istikbâl-
Bugün bulutların altında eylemekte karâr!
Garîb, şâm-ı garîban kadar hazîn oluyor,
Nigâh-ı rikkatimin karşısında fecr-i bahâr.
Birer bürehne kadîd-i mehîbi andırıyor
Hayât hulle-i sebzinde cilveger eşcâr.
Bütün bu sâha-i hadrâ, bu nev-demîde çemen
Yeşil bir örtünün altında bir amîk mezâr!
Sımâh-ı cânıma bin uhrevî sadâ geliyor
Neşîdeler okuyorken gusûn-i terde hezâr.
Temevvüc eyliyerek gözlerinde jale-i nûr
Şükûfe-zârda gûyâ ki ağlıyor ezhâr.
Senin sahîfe-i zâtın senin meâlin iken
Bütün cihân-ı bedâyi´de müncelî âsâr,
Samîm-i rûhumu pür-cûş ü bîkarâr ediyor
Bugün o sîne-i hilkâtte inleyen eş´âr!
Muhît şimdi şebistan-ı iğtirâbındır:
Bugün uyanmıyor artık o nâzenîn eshâr!
Sen ey semâları işrâk eden ziyâ-yı ezel,
Bu hâkdânı bıraktın peyinde zulmet-zâr
Gerildi bir ebedî perde beynimizde, senin
Açıldı pîş-i celâlinde âlem-i dîdâr.
Cihan cihan dolaşırsın fezâ-yı lâhûtu,
Nasıl ki yâd-ı hazînin gezer diyar diyar!
Hayât varsa senin sermedî hayâtındır,
Azâb, yoksa, bu fânî hayât-ı velveledâr.
Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum?
Derûn-i sînede bin herc ü merc-i dâim var!
Demek, görünmiyeceksin ile´l-ebed bana sen,
Demek, uzaktasın ey yâr-ı mihriban benden!
Hayâta sen beni rabteylemiş iken, şimdi
Aceb nasıl yaşarım söyle, âh sensiz ben?
"Günün birinde gelirsin de eski âlemler
Devâm eder yine birlikte öyle şâtır, şen...
Bu gîrûdâr-ı maîşetten el çeker, ararız
Seninle sîne-i uzlette gizli bir me´men...
Kanşmayız şu cihânın nebûd ü bûduna hiç,
Nasıl ki bunca zamandır karışmadık zâten!
Uzakta aksede dursun o hây ü hûy-i mehîb...
Sükûn içinde biz ey dost, yek-revan, yek-ten,
Devâm eder gideriz her zamanki âhenge,
Döner muhîtimiz üstünde hep senin nağmen...
Beyân-ı ukde-güdâzınla mübhemât-ı şu´ûn
Yavaş yavaş açılıp bir vuzûh olur rûşen.
Verâ yı perde-i kudrette gizlenen râzın
Önünde feyz-i beyânın açar da bin revzen
İyân olur o zaman karşımızda âlem-i rûh
Düşüp gider gözümüzden bütün kuyûd-i beden!
Birer terâne-i ilhâm olan neşâidini
Kemâl-i vecd ile tekrâr dinlerim... " derken
Bugün emellerimin hepsi ser-nigûn oldu...
Meğerse olmıyacakmış ne bir gelen, ne giden!
Meğer açılmıyacakmış müebbeden artık
O perde perde hakâik o ukdeler, o dehen!
Yazık ki yükselerek matla´ında etti karar
O lem´a 1em´a sünûhât... Hem de pek erken!
Niçin gurûb ediverdin sen ey sitâre-i şark,
Henüz kemâlini derk etmeden zavallı vatan?
Şu son zamanda zıyâ´ın kadar zıyâ´-ı elîm
İsâbet etmedi âfâk-ı Şark´a, İbrâhîm!
Eğerçi milletin ümmîd-gâh-ı ikbâli
Olan beş on büyük âdem, beş on vücûd-i kerîm
Birer birer heder olmuştu senden evvelce...
Senin peyinde fakat kaldı bin ümîd-i akîm.
Yarım asırda uyanmış çerâğ-ı feyze bakın:
Bir anda oldu sönüp perde pûş-i hâk-i remîm!
Tasavvur eyliyemezdim ki ansızın dursun
Felâh-ı ümmet için çarpınan o kalb-i râhîm!
Tahayyül eyliyemezdim ki seyrden kalsın
Muhît-i şarkta cevlân eden o fikr-i hakîm!
Ridâ-yı hâke büründün sen ey sirâc-ı edeb,
Fakat o lem´a ki yâdımdadır... Zevâli adîm!
Durup mezârının üstünde ağladıkça sehâb;
Gelip başında enîn eyledikçe rûh-i nesîm;
İnip melâik-i rahmet cihân-ı bâlâdan
Harîm-i kabrine ettikçe her zaman ta´zîm;
Bahâr vakti çiçeklerde yâd-ı enfâsın
Meşâm-ı câna duyurdukça bin lâtîf şemim;
Döner hayâlimin en muhterem harîminde
Senin o tayf-ı lâtîfin ey âşinâ-yı kadîm!
Musâb olan yalınız âilen midir? Heyhât,
Bıraktın arkada binlerce hânümânı yetîm!
Olurdu dest-i tesellî-medâr-ı lîtfunla
Sirişk içinde yüzen çehreler bir anda besîm;
Ederdi cûd-i merâhim-nümûd-i feyyâzın
Hazâin olsa bütün ehl-i fâkaya taksîm.
O bir cihân-ı fezâildi, mahvolup gitti...
Nedir? Niçindir İlâhî bu inkılâb-ı azîm?
Ey yâd-ı güzîn-i ihtirâmı,
Rûhumda hayâtının devâmı;
Ey lem´a-i feyzinin tamâmı,
Subh-i ezelînin ihtişâmı;
Âmâline dargelince nâsût
İkbâline sîne açtı lâhût.
Bakmaz da bu dâr-ı ibtilâya
Rûhun can atardı i´tilâya;
En sonra o nûr-i arş pâye
Yükseldi civâr-ı Kibriyâ´ya...
Dem şimdi dem-i saâdetindir.·
Ervâh, nedîm-i hazretindir.
Tevfik olarak yolunda hem-râh,
Aştın şu fezâ-yı tân nâgâh;
Tâ fecr-i bekâda oldun âgâh...
Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah!
Pervâzına yok mudur tenâhî?
Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!
Her gül dibi medfen-i hayâlin,
Her gonca kitâbe-i kemâlin
Her yerde nihân olan cemâlin,
Her yerde iyân olan meâlin;
Bir yerde görünmüyorsun amma;
Her yerde bedâyi´in hüveydâ!
Ey sen ki harîm-i Hakk´a mahrem
Oldun da yabancın oldu âlem;
Yâd eyliyecek misin ki bilmem?
Dünyâ denilen bu sicn-i mâtem
Hâlâ bana dâr-ı imtihandır...
Kurtulmadım işte an bu andır!
Ey yar-ı aziz-i gam-küsarım,
Mahvoldu Huda bilir kararım;
Sarsıldı olanca ıstırabım;
Bi-zar peyinde ruh-i zarım!
Gittin, beni kimsesiz bıraktın,
Yaktın beni hasretinle yaktın. |
|